| Din nedir?  Din, insanları saadet-i ebediyyeye, sonsuz saadete, huzura götürmek için Allahü teala tarafından gösterilen yol demektir.  Allahü  teala, Adem aleyhisselamdan beri, her bin senede, bir Peygamber  vasıtası ile, insanlara bir din göndermiştir. Bu Peygamberlere "Resul" denir.  Her  asırda, en temiz bir insanı Peygamber yaparak, bunlar ile dinleri  kuvvetlendirmiştir. Resullere tabi' olan, kendilerine yeni bir din  gönderilmeyen bu Peygamberlere de, "Nebi" denir.  Bütün  Peygamberler, hep aynı imanı söylemiş, hepsi ümmetlerinden aynı şeylere  iman etmeği istemişlerdir. Fakat, kalb ile, beden ile yapılması ve  sakınılması lazım olan şeyleri başka başka olduğundan, islamlıkları,  müslümanlıkları da ayrıdır.  İman nedir?  İman, Muhammed  aleyhisselamın, Peygamber olarak bildirdiği şeyleri, akla, tecrübeye ve  felsefeye danışmaksızın, tasdik ve i'tikad etmektir, inanmaktır.  Akla  uygun olduğu için tasdik ederse, aklı tasdik etmiş olur. Resulü tasdik  etmiş olmaz. Veyahud, Resulü ve aklı birlikte tasdik etmiş olur ki, o  zaman Peygambere i'timad tam olmaz. I'timad tam olmayınca, iman olmaz.  Çünkü, iman parçalanamaz. Akıl, Resulün "sallallahü teala aleyhi ve  sellem" bildirdiklerini uygun bulursa, bu aklın kamil, selim olduğu  anlaşılır.  Inanılması  lazım şey için, tecrübi ilimlere danışıp, tecrübeye uygun ise, inanır,  tecrübe ile isbat edemeyince, inanmaz veya şüpheye düşerse, o zaman,  tecrübesine inanmış olup, Resule inanmamış olur ki, böyle iman, kamil  değil, zaten iman olmaz. Çünkü, iman parçalanamaz. Az ve çok olmaz.  Din bilgileri, felsefe ile ölçülmeğe kalkışılırsa, bu sefer felsefeciye inanılmış olup, Peygambere inanılmış olmaz.  Allahü  tealanın var olduğunu ve Muhammed aleyhisselamın, Allahın Peygamberi  olduğunu anlamakta, aklın, felsefi ve tecrübi ilimlerin yardımı  büyüktür. Fakat, bunların yardımı ile Peygambere inanıldıktan sonra,  Onun bildirdiği şeylerin herbiri için akla, felsefeye ve tecrübi  ilimlere danışmak doğru olmaz.  Çünkü,  akıl ile, tecrübe ve felsefe yolu ile elde edilen birçok bilgilerin,  zamanla değişmekte, yenileri bulununca, eskilerinin atılmakta olduğunu  gösteren misaller, literatürlerde az değildir.  İmanın altı şartı  Her  işte bir öncelik sırası vardır. Bu sıraya dikkat edilmezse daha sonra  yapılanlar faydasız olur, bir işe yaramaz. Bunun için bir müslümanın  dini bilgilerde öncelikle neyi bilmesi gerekir, dini öğrenmede öncelik  sırası nasıldır, bunu iyi bilmesi şarttır.  Dini  açıdan, bu sıralama ya'ni öncelik verilmesi, diğer işlere mukayeseyle  çok daha önemlidir. Mesela, bir kimsenin düzgün bir imanı, i'tikadı  yoksa bu kimsenin yaptığı bütün ibadetlerin, iyiliklerin hiçbir faydası  olmaz.  Cenab-ı Hak, bir insanın, önce iman etmesini  istiyor. Tabii ki, bu imanın da şartlarına uygun olması lazım. Doğru,  düzgün bir i'tikada sahip olduktan sonra, dinin yasak ettiği şeylerden  kaçınıp, dinin emrettiği şeyleri yapmak lazımdır.  Her müslümanın öncelikle imanın altı şartını bilmesi ve inanması gerekir. Bir müslüman, bu altı şarta inanıp manalarını bilse imanı tamam olur.  Müslümanın Amentünün, bu altı şartında bildirilen şeyler hakkında, zaruri olarak bilinmesi gereken şeyleri de, kısaca bilmesi lazımdır.  Mesela  Amentünün birinci şartı, Allahın varlığına, birliğine inanmaktır.  Fakat, Cenab-ı Hakkın mekandan münezzeh, ya'ni mekansız olduğunu  bilmiyen bir kimse, bugün çok kimsenin yaptığı gibi, Allahü tealayı  gökte bilip, konuşmalarında, "Sen bu işi, ne kadar gizli yaparsan yap, Allah seni gökte görüyor" derse  veya dua ederken, Allahın gökte olduğunu zannedip, başını kaldırıp  gökyüzüne bakarsa, küfre düşmüş, ya'ni dinden çıkmış olur.  Eskiden,  Osmanlılar zamanında, hoca efendiler nikah kıyarken, gençlere önce  imanın şartlarını sorarlardı. Bilmiyorlarsa nikahı kıymazlardı. Bunları,  öğrenin gelin ondan sonra, derlerdi. Çünkü akıl baliğ olduğu halde,  bunları bilmiyen kimse, dinden çıkıyor, müslüman olarak kalamıyor.  Amentünün birinci şartı, Allahü tealaya inanmaktır.  Amentüdeki, Amentü billahi, demek, Allahü tealanın varlığına ve birliğine inandım, iman ettim, demektir.  Allahü  teala vardır ve birdir. Ortağı ve benzeri yoktur. Mekandan münezzehtir,  ya'ni bir yerde değildir. Ayrıca Allahü tealanın sıfatlarını da bilmek  şarttır. Bu sıfatlar ikiye ayrılır. Sıfat-ı zatiyye, sıfat-ı sübutiyye.  Sıfat-ı zatiyye şunlardır:  1- Kıdem, Allahü tealanın evveli yoktur.  2- Beka, Allahü tealanın sonu yoktur.  3- Kıyam bi-nefsihi, Allahü teala, kimseye muhtaç değildir.  4- Muhalefetün lil-havadis, Allahü teala kimseye benzemez.  5- Vahdaniyyet, Allahü teala birdir ortağı, benzeri yoktur.  6- Vücud, yani var olmasıdır.  Sıfat-ı sübutiyye şunlardır:  1- Hayat, Allahü teala diridir.  2- Ilm, Allahü teala herşeyi bilir.  3- Sem', Allahü teala işitir.  4- Basar, Allahü teala görür.  5- Irade, Allahü teala dileyicidir. Yalnız O'nun dilediği olur.  6- Kudret, Allahü teala herşeye gücü yeter.  7- Kelam, Allahü teala söyleyicidir.  8- Tekvin, Allahü teala halıktır, yaratıcıdır. Her şeyi yaratan, yoktan var eden O'dur. O'ndan başka yaratıcı yoktur.  Cenab-ı Haktan başkası için (yarattı) demek  küfür olur. Ya'ni mecaz ma'nada da olsa bu kelime kullanılamaz. Insan  birşey yaratamaz. Bugün maalesef bu kelime çok yaygın bir şekilde  kullanılmaktadır.  Meleklere iman  İmanın ikinci şartı, meleklere imandır. "Ve melaiketihi" dir. Ya'ni, ben Allahü tealanın meleklerine inandım, iman ettim, demektir.  Allahü  teala melekleri nurdan yaratmıştır. Cisimdirler. Yemezler ve içmezler.  Gökten yere inerler ve yerden göğe çıkarlar. Bir halden bir hale, ya'ni  her şekle girerler. Göz açıp yumacak kadar, ya'ni çok az bir zaman  içinde bile Allahü tealaya asi olmazlar ve insanlar gibi günah  işlemezler. Meleklerin en üstünleri, Cebrail, Mikail, Israfil, Azrail "aleyhimüsselam" dır.  Meleklerde,  erkeklik, dişilik olmaz. Piyasada birçok yerde kanatlı kadına benzer  resimler var. Böyle resimler, hıristiyan hurafeleridir. Hıristiyanlar,  melekleri haşa Allahın kızları olarak bilirler, böyle inanırlar. Bu  şekilde inanmak, böyle resimlere hürmet edip, yukarı asmak çok  tehlikelidir. Bu resimler, ele geçtiğinde hemen yırtıp atılmalıdır.  İmanın üçüncü şartı, kitaplara imandır. Amentüdeki, "Ve kütübihi" ifadesi, Allahü tealanın kitaplarına inandım, iman ettim, demektir.  Kur'an-ı kerimde bildirilen, yüzdört kitaptır. Yüzü küçük kitaptır. Bunlara (suhuf) denir. Ve dördü büyük kitaptır. Bunlardan Tevrat, Musa aleyhisselama, Zebur, Davüd aleyhisselama, Incil, İsa aleyhisselama, Kur'an-ı kerim, Muhammed aleyhisselama gönderilmiştir.  Kitapların hepsini, Cebrail "aleyhisselam"  getirmiştir. En son, Kur'an-ı kerim nazil olmuştur. Kur'an-ı kerim  gönderilince, diğer kitaplar neshedilmiş, ya'ni yürürlükten  kaldırılmıştır. Kur'an-ı kerimin gelmesi az az, ayet ayet olmuş ve  yirmiüç senede tamamlanmıştır. Kur'an-ı kerim, kıyamete kadar bakidir.  Ya'ni geçerlidir. Geçersiz olmaktan ve tebdil ile tahriften ya'ni  insanların değiştirmelerinden mahfuzdur. Korunmuştur. Kur'an-ı kerimde  eksiklik veya fazlalık olduğuna inanan dinden çıkar.  İmanın dördüncü şartı, Peygamberlere imandır. Amentüdeki "Ve rusulihi" kelimesi, "Allahü tealanın Peygamberlerine iman ettim", demektir.  Peygamberlerin ilki Adem aleyhisselam ve sonuncusu, bizim Peygamberimiz Muhammed Mustafa sallallahü  aleyhi ve sellemdir. Bu ikisinin arasında, çok peygamber gelmiş ve  geçmiştir. Peygamberlerin sayısı kesin belli değil. Kitaplarda, 124 binden fazla peygamber geldiği bildiriliyor.  Peygamberleri  diğer insanlardan ayıran sadece onlara mahsus özellikler vardır.  Peygamberler hakkında bilmemiz lazım olan sıfatlar ya'ni peygamberlere  mahsus olan özellikler yedidir: Sıdk, Emanet, Tebliğ, Ismet, Fetanet, Adalet, Emnü'l-azl.  Bunların kısaca ma'naları da şöyledir:  1- Sıdk: Bütün peygamberler, sözlerinde sadıktır. Ya'ni doğrudur.  2- Emanet: Peygamberler emanete asla hıyanet etmezler.  3- Tebliğ: Peygamberler, Allahü tealanın emir ve yasaklarının hepsini ümmetlerine bildirirler.  4- Ismet: Peygamberlerin  hepsi, büyük ve küçük, bütün günahlardan uzaktırlar. Peygamberlikleri  bildirilmeden önce de, bildirildikten sonra da hiç günah işlemezler.  Insanlardan, ma'sum, günahsız olan, yalnız peygamberlerdir.  5- Fetanet: Bütün Peygamberler, diğer insanlardan daha akıllıdırlar.  6- Adalet: Peygamberler adildirler. Kimseye haksızlık yapmazlar.  7- Emnü'l-azl: Peygamberlik görevinden alınmazlar.  Kıyamet gününe iman  Amentünün, Ya'ni imanın beşinci şartı, kıyamet gününe inanmaktır.  Amentüdeki, "Vel-yevmil ahiri" ifadesi, "Ben, kıyamet gününe inandım, iman ettim" demektir. Kıyamet günü, kabirden kalkınca başlar, insanlar Cennete ve Cehenneme gidinceye kadar devam eder.  Cennet ve Cehennem ve mizan, ya'ni sevabların ve günahların tartıldığı terazi ve Sırat köprüsü, haşr ya'ni toplanmak ve neşr ya'ni Cennete ve Cehenneme dağılmak, hep kıyamet gününde olacaktır.  Kabir azabı vardır. Kabirde münker ve nekir adındaki iki melek sual soracaktır.  Kabir sualleri çok önemlidir. Bunları herkesin bilmesi, çocuklarına da öğretmesi lazımdır. Kabirde şu sualler sorulacaktır:  Rabbin kim? Dinin hangi dindir? Kimin ümmetindensin? Kitabın nedir? Kıblen neresidir? I'tikadda ve amelde mezhebin nedir?  Müslümanlar bu suallere şöyle cevap verirler:  Rabbim  Allah, Dinim islam dinidir. Muhammed aleyhisselamın ümmetindenim.  Kitabım, Kur'an-ı kerimdir. Kıblem, Ka'be-i şeriftir. I'tikadda mezhebim  Ehl-i sünnet vel-cema'attir. Amelde ise, Hanefi, Şafi'i, Hanbeli, Maliki mezheplerinden hangisine mensupsa, onu söyler.  İmanı  olan cevap verecek, imanı olmıyan cevap veremiyecektir. Doğru cevap  verenlerin kabri genişliyecek, buraya Cennetten bir pencere açılacaktır.  Sabah ve akşam, Cennetteki yerlerini görüp, melekler tarafından  iyilikler yapılacak, müjdeler verilecektir.  Bu  suallere cevap veremiyenler, kabirde azab görecek, bağırmasını,  insandan ve cinden başka her mahluk işitecektir. Cehennemden bir pencere  açılacak, sabah akşam Cehennemdeki yerini görüp, mezarda, mahşere  kadar, acı azablar çekecektir.  İmanın altıncı şartı, hayır ve şerrin Allahtan olduğuna inanmaktır.  Amentüdeki, "Ve bil-kaderi hayrihi ve şerrihi minallahi teala" demek,  "Hayır ve şer, iyilik ve kötülük, olmuş ve olacak şeylerin cümlesi,  Allahü tealanın takdiriyle, ya'ni ezelde bilmesi ve dilemesi ve  vakitleri gelince yaratması ile ve levh-i mahfuza yazmasıyla olduğuna  inandım, iman ettim. Kalbimde, asla şek ve şüphe yoktur." demektir.  Bu, kaza kadere inanmak demektir.  Kaza,  kader, ya'ni alın yazısı, bir insanın doğumundan, ölümüne kadar, başına  gelecek, işlerdir. Kaza da, bu işlerin başa gelmesidir.  Amentünün sonundaki, Kelime-i şehadetin kısaca ma'nası da şöyle:  "Eşhedü  en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulüh"  demek, "Ben şehadet ederim ki, Allahü tealadan başka ilah yoktur ve yine  şehadet ederim ki, Muhammed aleyhisselam O'nun kulu ve resulüdür" demektir.  Peygamber  efendimiz, imanın esaslarını bu şekilde ifade buyurmuştur. Bir kimsenin  müslüman olabilmesi için, bu altı esasa inanması, şüphe etmemesi  şarttır.  Biz  gaibe iman ettik... Bizim imanımız gaibedir, zahire, görünüşe değildir.  Zira biz, Allahü tealayı, gözümüzle göremedik. Fakat görmüş gibi  inandık, iman ettik. Gaibi ancak Allahü teala bilir ve dilediklerini  dilediklerine bildirir. Gaib demek, duyu organları ile veya hesap,  tecrübe ile anlaşılmıyan demektir.  Haramı haram, helalı helal bilip, i'tikad etmeli, inanmalıdır.  Allahü  tealanın azabından emin olmayıp, daima korkmalı ve her ne kadar  günahkar olsa da, Allahü tealanın rahmetinden ümit kesmemelidir. Aksi  takdirde imandan çıkılır.  Otuziki farz  Her müslümanın, otuziki farzı bilmesi lazımdır. Otuziki farz şunlardır: İmanın şartı 6, İslamın şartı 5, Namazın farzı 12, Abdestin farzı 4, Guslün farzı 3, Teyemmümün farzı 2.  Imanın altı şartını bundan önceki yazımızda geniş olarak bildirmiştik. Islamın beş şartı ise, Kelime-i şehadet, namaz kılmak, zekat vermek, oruç tutmak ve hacca gitmektir. Zekat  ve Hac gibi bazı ibadet bilgilerini belli maddi şartlara sahip olduktan  sonra öğrenmek farz olur ise de iman ve namaz bilgilerini herkesin  mutlaka öğrenmesi lazımdır.  Namazın oniki şartından biri, hadesten taharettir. Yani  cünüp olanın gusül abdesti alması, namaz abdesti olmıyanın namaz kılmak  için, namaz abdesti almasıdır. Namazın doğru olması, abdestin ve guslün  doğru olmasına bağlıdır. Cünüp olan herkesin gusletmesi farzdır. Namaz  vaktinin sonunda o namazı kılacak kadar zaman kalınca, gusül abdesti  alması farz olur.  Bu  müddet, öğleyi kılmamış kimse için, ikindi vaktine kadar yani gusledip  öğleyi kılabileceği vakte kadardır. Öğleyi kılmış kimse için ise,  ikindinin sonuna kadardır.  Fakat  en güzeli vakit geçirmeden hemen gusletmektir. Bildirilen bu müddetler,  herhangi bir mani, engel olduğu zaman içindir. Namaz kılmıyan kimse  vaktin sonuna kadar mutlaka gusletmesi lazımdır.  Guslü geciktirmeden almak çok sevaptır. Resulullah efendimiz buyuruyor ki:  (Gusül  abdesti almağa kalkan bir kimseye, üzerindeki kıllar adedince yani  pekçok sevab verilir. O kadar günahı affedilir. Cennetteki derecesi  yükselir. Guslü için ona verilecek sevab, dünyada bulunan herşeyden daha  hayırlı olur. Allahü teala, meleklere," Bu kuluma bakınız! Üşenmeden  kalkıp, benim emrimi düşünerek, cenabetlikten guslediyor. Şahid olunuz  ki, bu kulumun günahlarını af ve magfiret eyledim." buyurur.)  Başka bir hadis-i şerifte de,  (Kirlenince, çabuk gusül abdesti alın! Çünkü kiramen katibin melekleri, cünüp gezen kimseden incinir) buyuruldu.  Islam alimlerinin büyüklerinden Imam-ı Gazali hazretleri,  "Tanıdığım vefat etmiş bir kimseyi, rü'yamda gördüm. Bana dedi ki, bir  miktar, cünüp kaldım. Şimdi üzerime ateşten gömlek giydirdiler. Hala  ateş içindeyim." dediğini nakleder. Tabii ki buradaki miktar, biraz önce  bahsettiğimiz müddeti aşan miktardır.  Cünüp  gezmek çok büyük günahtır. Bunun için ne yapıp yapıp en kısa zamanda  gusletmelidir. Hele hele günlerce cünüp olarak gezmek bir müslümanın  yapacağı iş değildir. Dedelerimizden, babalarımızdan, buz tutmuş nehirin  buzunu kırıp gusül abdesti aldıklarını çok işittik.  Hadis-i şerifte, (Resim, köpek ve cünüp kimse bulunan eve rahmet melekleri girmez.) buyuruldu.  Cünüplüktün  gusletmek sadece namazla ilgili değildir. Yani namaz kılmayanın da  gusletmesi şarttır. Melekler, zamanında gusül almayana la'net eder. Yani  cünüp gezmek büyük bir günah, namaz kılmamak da başka büyük bir  günahtır. Namaz kılmıyan guslederse, hiç olmazsa büyük günahların  birinden kurtulmuş olur.  Herhangi  bir özürle gusledememiş ise veya gusül abdesti almanın farz olduğuna  inanıyor, tenbellikle almıyor ise dinden çıkmaz. Büyük günah işlemiş  olur. Ancak, gusletmenin lüzumuna inanmıyan, gusletmediği için hiç  üzülmiyen, gusletmek aklına bile gelmiyen kim olursa olsun, dinden  çıkar, kafir olur.  Sünnete uygun gusletmek  Guslün farzı üçtür:  1- Ağzın içini iyice yıkamak.  2- Burnu yıkamak.  3- Bedenin her yerini yıkamaktır.  Her ibadeti Peygamber efendimizin bildirdiği şekil ile yani sünnet üzere yapmak lazımdır.  Sünnet  üzere gusül abdesti almak için, önce, temiz olsa da iki eli ve avret  yerini yıkamalıdır. Sonra bedeninde necaset varsa buraları yıkamalı,  bilahare tam bir abdest almalı, yüzü yıkarken Allah rızası için gusle  niyyet etmelidir. Sonra bütün bedene üç def'a su dökmelidir. Önce üç  def'a başa, sonra sağ omuza, sonra sol omuza dökmeli, her döküşte, o  taraf tamamen ıslanmalıdır.  Gusül abdesti almak çok kolaydır: Şöyle  ki, duşun altına girip, ağzına, burnuna su verip bütün vücudunu baştan  ayağa yıkayan, ıslatan gusletmiş olur. Mesela yazın, denize dalıp,  çıkarken de ağzına burnuna su alan gusletmiş olur. Bu kadar kolaydır.  Cünüp  iken, tırnak kesmek, saç-sakal tıraşı olmak ve başka kılları kesmek  mekruhtur. Kadınlık hali buna dahil değildir. Yani kadın bu halde iken,  saç, tırnak kesebilir.  Deriye  yapışmış, hamur, mum, sakız, yağlı boya gibi şeyler altına su  geçirmediği için, gusle manidir. Bunun için bilhassa kadınlar arasında  çok yaygın olan, tırnaklara sürülen oje de gusle manidir. Çünkü, tırnak  üzerinde bir tabaka teşekkül ediyor. Altına su geçirmiyor. Tırnakların  üzerini yıkamak farzdır.  Saç  boyaları genelde kına gibidir. Kına altına su geçirdiği için saç  üzerinde yağlı boya gibi tabaka teşekkül ettirmediği için gusle mani  değildir. Altına su geçirmiyorsa tabii ki o zaman mani olur.  Dişlerin arasında ve diş çukurunda bulunan yemek artıklarının altına su geçmezse, altı yıkanmazsa gusül abdesti geçerli olmaz.  Ağzın  içini yıkamak, iğne ucu kadar ıslanmamış yer bırakmamak farz olduğu  için, buna mani olan herşey guslü geçersiz kılar. Her halükarda, ağzın  içi mutlaka yıkanacak, her tarafına su değecektir.  Küpe  deliğinde, küpe yoksa ve delik açıksa kulağı ıslatırken, delik  ıslanırsa yetişir. Islanmazsa, deliği parmakla ıslatmalıdır. Bütün  bunlarda ıslandığını çok zannetmek yetişir.  Gusül  abdestinden sonra, vücutta altına su geçirmiyen bir yer mesela, yağlı  boyalı bir yer görülse veya ağzını veya başka yerini yıkamağı unutan  hemen boyayı kaldırıp altını ıslatması kafidir. Namaz kılsa, sonra  hatırlasa, orasını yıkayıp farzı tekrar kılar.  Vücudun  herhangi bir yerine dövme yaptırmak haramdır. Yaptırmamalıdır.  Yaptırılmış ise deriyi kazımak gerekmez. Dövme, derinin üst yüzeyinin  ıslanmasına mani değildir. Bunun için de gusle zarar vermez.  Abdestte  ve gusülde, lüzumundan fazla su kullanmak israf olup, haramdır.  Peygamber efendimiz, yaklaşık 875 gr. su ile abdest alır, 4.2 litre su  ile guslederdi.  Guslederken,  kirden de temizlenmek istenirse o zaman, önce gusledilir. Bundan sonra  da, kirden temizlenmek için yıkanılır. Veya, önce kirden temizlenir,  banyodan çıkacağı vakit, gusül abdesti alır. Bu takdirde kirden  temizlenene kadar gereken su harcanabilir.  Gusülden  önce, idrar çıkararak, idrar yolunda kalmış olan meni parçasını  çıkarmak, sonra gusletmek lazımdır. Idrardan sonra gelen parçalar guslü  gerektirmez. Eğer idrara çıkılmamış ise tekrar gusletmek gerekir.  Yabancı kadına bakmanın günahı  Bakılması haram olan yerlere "avret mahalli" denir. Avret mahalline bakmak büyük günahtır. Resulullah efendimiz veda haccında, (Yabancı  kadına şehvet ile bakan bir kimsenin gözleri ateşle doldurulup, sonra  Cehenneme atılacaktır. Yabancı kadın ile toka edenin kolları ensesinden  bağlanıp Cehenneme sokulacaktır. Yabancı kadın ile lüzumsuz yere şehvet  ile konuşanlar, her kelimesi için, bin sene Cehennemde kalacaktır.) buyurdu.  Bununla ilgili diğer hadis-i şeriflerde şöyle buyuruldu:  (Yabancı  bir kızı görüp de, Allahü tealanın azabından korkarak, başını ondan  çeviren kimseye Allahü teala ibadetlerin tadını duyurur.)  (Allah  için yapılan cihadda düşmanı gözleyen veya Allah korkusundan ağlıyan  veya haramlara bakmıyan gözler, kıyamette Cehennem ateşini  görmiyeceklerdir.)  Insanların, birbirine görünmesi ve bakması, dört türlüdür. Bunlar:  Erkeğin kadına, kadının erkeğe, erkeğin erkeğe, kadının kadına bakmasıdır. Erkeğin kadına bakması da üçe ayrılır:  Erkeğin  yabancı kadına, kendi hanımına ve bakması caiz olan onsekiz akrabasına,  bakmasıdır. Erkeklerin yabancı kadının yüzünden ve avuçlarının içinden  ve dışından başka yerine bakmaları dört mezhebde de haramdır.  Erkeğin, diğer bir erkeğin göbeği ile dizi arasına bakması haramdır. Bunun dışına, şehvetsiz bakması caizdir.  Bazı  cahiller, müslüman hanımlarını aldatmak için, "Islamiyetin  başlangıcında kadınlar örtünmezdi. Peygamber zamanında, müslüman  kadınları, başları, kolları açık gezerlerdi. Sonradan, kıskanç din  adamları, kadınların örtünmelerini emrettiler. Kadınlar, sonradan  kapandı. Umacı gibi oldu." diyorlar.  Evet, önceleri kadınlar açık gezerdi. Fakat, hicretin üçüncü senesinde (Ahzab) ve beşinci senesinde (Nur) sureleri  gelerek, Allahü teala örtünmelerini emreyledi. Resulullah zamanında,  hür kadınlar, bütün bedenlerini örterlerdi. Bir kadının hizmetçi  olmayıp, hür hanım olduğu, her yerini örtmesinden belli olurdu.  Setr-i avretten sonra, istikbal-i kıble gelir: Namazı  Ka'be-i şerif istikametinde kılmak da farzdır. Göz sinirlerinin çapraz  istikameti arasındaki açıklık, Ka'beye rastlarsa, namaz sahih olur.  Bu  açı yaklaşık olarak 45 derecedir. Ramazan-ı şerifin başlamasını hesap  ile, takvim ile önceden anlamak caiz olmaz ise de, kıbleyi hesap ile,  kutup yıldızı ile, pusula ile bulmak caizdir. Ayrıca bilen birine  sorulur. Rastgele sorulmaz, namaz kılmıyan kimse genelde kıbleyi pek  bilmez.  Bunun  için kıbleyi bilen, salih müslümanlara sormak lazımdır. Kafire, fasıka  ve çocuklara sorulmaz. Kıbleyi bilen kimseyi aramağa lüzum yoktur.  Kendisi araştırır. Karar verdiği cihete doğru kılar. Sonradan, yanlış  olduğunu anlarsa, namazı iade etmez.  Kıble  cihetini bilmiyen kimse, mihraba bakmadan, bilene sormadan, kendi  araştırmadan kılarsa, kıbleye rastlamış olsa bile, namazı kabul olmaz.  Fakat, rastlamış olduğunu, namazdan sonra öğrenirse kabul olur.  Namaz  arasında öğrenirse kabul olmaz. Kıbleyi araştırıp da, karar verdiği  cihete kılmazsa, rastladığını anlasa bile, tekrar kılması lazım olur.  Namaz kılmayanın hali Namaz kılmamanın cezası çok büyüktür. Hadis-i şerifte, (Bir namazı, özürsüz olarak vaktinden sonra kılan, seksen hukbe Cehennemde yanacaktır) buyuruldu. Bir hukbe seksen senedir. Her senesi üçyüzaltmış gündür. Her günü, seksen dünya senesidir.  Kazaya  kalan namazı kılacak kadar vakitlerin herbiri geçtikçe, bu bir namazın  günahı kat kat artar. Ya birkaç namaz olursa, cezası çok çetin olur. Her  ne pahasına olursa olsun, kılmadığımız veya kılamadığımız namazlarımızı  bir an önce, kaza etmek ve affı için tevbe etmek, çok yalvarmak  lazımdır. Namaz kılmayanın, Allahü tealanın büyüklüğü karşısında  titremesi, erimesi lazımdır.  Hadis-i şerifte buyuruldu ki:  (Namazı  özürsüz kılmayan kimseye, Allahü teala onbeş sıkıntı verir. Bunlardan  altısı dünyada, üçü ölüm zamanında, üçü kabirde, üçü kabirden  kalkarkendir. Dünyada olan altı azap:  1- Namaz kılmayanın ömründe bereket olmaz.  2- Allahü tealanın sevdiği kimselerin güzelliği, sevimliliği kendine kalmaz.  3- Hiçbir iyiliğine sevap verilmez.  4- Duaları kabul olmaz.  5- Onu kimse sevmez.  6- Müslümanların birbirlerine yaptıkları iyi dualarının buna faidesi olmaz.  Ölürken çekeceği azaplar:  1- Zelil, kötü, çirkin can verir.  2- Aç olarak ölür.  3- Çok su içse de, susuzluk acısı ile ölür.  Mezarda çekeceği acılar:  1- Kabir onu sıkar. Kemikleri birbirine geçer.  2- Kabri Cehennem ateşi ile doldurulur. Gece, gündüz onu yakar. Cehennem ateşi dünya ateşine benzemez.  3-  Allahü teala, kabrine çok büyük yılan gönderir. Dünya yılanlarına  benzemez. Hergün, her namaz vaktinde onu sokar. Bir an bırakmaz.  Kıyamette çekeceği azaplar:  1- Cehenneme sürükleyen azap melekleri yanından ayrılmaz.  2- Allahü teala, onu kızgın olarak karşılar.  3- Hesabı çok çetin olup, Cehenneme atılır.)  Namaz  kılmayanın ömründe, bereket olmaz. Ömründe, hayır ve menfaat görmez.  Ömrü çeşitli hastalıklarla, sıkıntılarla geçer. Ma'nevi huzuru olmaz.  Sahip olduğu dünyalıklar onu ruhi sıkıntıdan kurtaramaz.  Namaz  kılmamakla işlediği bu büyük günahı anlayan, bunun şuuruna geç de olsa  eren kimsenin derhal tevbe edip, namazlarını kaza etmesi lazımdır.  Cenab-ı  Hak kullarına karşı çok merhametlidir. Günahları affetmeyi çok sever.  Tekrar tekrar, kafirlerin ve müslümanların dünyada iken yapacakları  tevbeleri kabul edeceğini bildirmiştir.  Namaz  kılmayanların tevbelerinin kabul olması için de namazlarını kaza  etmeleri, kaza etmeye kesinlikle niyet edip, kaza kılmaya başlamaları  lazımdır. Bunun gibi, insanların haklarına tecavüz etmiş olanların da,  önce bu hakları ödemeleri lazımdır. Kul hakkı çok önemlidir.  Namazları  da cema'atle kılmalıdır. Cema'atten birinin namazı kabul olursa, onun  hürmetine diğerlerinin de namazı kabul olur. Ayrıca, kimin Cenab-ı  Hakkın sevgili kulu olduğu bilinmez. Cema'atin içinde, Allahü tealanın  sevgili bir kulu varsa, onun yüzü suyu hürmetine diğerlerinin namazları  kabul olur.  Cenab-ı Hakkın affetmediği kimse  Allahü  tealanın rızası, dinine bağlı olan ana-babanın rızasına bağlıdır.  Allahü tealanın gazabı, dinine bağlı olan ana-babanın gazabındadır.  Peygamber efendimiz:  - Cennet ana-babanın ayağı altındadır, buyurmuştur...  Ya'ni,  kişiye dinini, imanını öğreten ana-babanın rızasındadır. Ana-babasını  razı eden kimse için, Cennette iki kapı açılır. Bir kimsenin ana-babası  zalim olsalar dahi onlara karşı gelmek, onlara sert konuşmak caiz  değildir. Çeşitli vesilelerde, onların elleri öpülüp, duaları alınmalı,  haklarını helal ettirmelidir.  Çeşitli  vesilelerle ana-babaya çeşitli hediyeler alıp, gönüllerini kazanmalı,  haklarını helal ettirmeli, dualarını almalıdır. Arada kırgınlıklar  varsa, bu vesile ile giderilmelidir. Allahü teala buyurdu ki:  -  Ya Musa, günahlar içinde bir günah vardır ki, benim indimde çok ağır ve  büyüktür. O da, ana-baba evladını çağırdığı zaman emrini  dinlememesidir.  Ana-baba,  kızıp birşey söylediği zaman onlara karşılık vermemelidir. Emrettikleri  şeyleri bir an önce yapıp, onları üzmemelidir. Onların üzülüp, beddua  etmelerinden korkmalıdır. Yanlış bir iş yapıp onları üzünce, hemen  ellerine sarılıp özür dilemelidir. Insanın saadeti ve felaketi onların  kalblerinden gelen ve ağızlarından çıkacak olan sözdedir. Atılan ok  tekrar geri gelmez. Onlar hayatta iken kıymetini bilip, hayır dualarını  almak lazımdır. Vefatlarından sonraki pişmanlık fayda vermez. Onlar  hayatta iken ne yapıp yapıp onları memnun etmelidir.  İmanlı  olup, Cehennemden en son çıkacaklar, Allah yolunda olan ana-babasının  islamiyete uygun olan emirlerine asi olanlardır. Allahü teala buyurdu  ki:  -  Ya Musa, ana-babasını razı eden beni razı etmiş olur. Ana-babasını razı  edip bana asi olan kimseyi dahi iyilerden sayarım. Ana-babasına asi  olan, bana muti olsa bile, onu fenalar tarafına dahil ederim.  Hasan-ı  Basri hazretleri, Ka'beyi ziyaret ve tavaf ederken bir zat gördü ki,  arkasında bir zembil vardı. Bununla tavaf ediyordu. O zata dönüp, Arkandaki yükü koyup öylece tavaf etsen daha iyi olmaz mı, dedi.  O zat şöyle cevap verdi:  -  Bu arkamdaki yük değil, babamdır. Bunu Şam'dan yedi kere buraya getirip  tavaf ettirdim. Çünkü bana dinimi, imanımı bu öğretti. Beni islam  ahlakı ile yetiştirdi.  Hasan-ı Basri hazetleri bu kimsenin yaptığını çok beğendi. Sonra o zata buyurdu ki:  -  Babanı kıyamet gününe kadar böylece arkanda getirip tavaf ettirsen,  fakat bir defa kalbini kırsan, yaptığın hizmet boşa gider. Yine bir defa  gönlünü yapsan, bu kadar hizmete karşılık olur.  Eshab-ı kiramdan biri gelip Peygamber efendimize sordu:  - Ya Resulallah! Anam-babam çok şefkatsizdir, onlara nasıl ita'at edeyim?  Peygamber efendimiz şöyle cevap verdi:  -  Annen seni dokuz ay karnında gezdirdi. Iki sene emzirdi. Seni  büyütünceye kadar koynunda besledi, kucağında gezdirdi. Baban da seni  büyütünceye kadar birçok zahmetlere katlanarak, seni besledi... Idare ve  maişetini te'min eyledi. Sana dinini imanını öğrettiler. Seni islam  terbiyesi ile büyüttüler. Şimdi nasıl olur da şefkatsiz olurlar? Bundan  daha büyük ve kıymetli şefkat olur mu?    Evladın hiç hakkı yok mu?  Babanın  evladı üzerinde hakkı olduğu gibi, evladın da baba üzerinde hakkı  vardır. Bu hakka dikkat etmiyen babalardan, evlatları ahırette davacı  olacaklardır.  Evladın baba üzerinde hakkı sorulduğunda, Resulullah efendimiz buyurdu ki:  "Evladın, babası üzerinde üç hakkı vardır. Bunlar:  1- Doğduğu zaman ona iyi bir isim koyması,  2- Kavrayacak duruma gelince, Kur'an-ı kerimi ve din bilgilerini öğretmesi,  3- Evlenme çağına erişince de evlendirmesi."  Bir defasında, yanında oğlu olduğu halde, Hazret-i Ömer'e bir adam gelerek,  - Ya Ömer! Bu oğlum bana karşı geliyor, diyerek oğlunu şikayet etti.  Bunun üzerine Hazret-i Ömer, o kimsenin oğluna,  - Babana nasıl karşı geliyorsun? Allahtan korkmuyor musun? Babanın, evladı üzerindeki haklarını bilmiyor musun, dedi.  Bu sırada genç sordu:  - Ey mü'minlerin emiri, babanın evladı üzerindeki haklarını biliyorum. Peki, evladın, baba üzerinde hiç hakkı yok mudur?  Hazret-i Ömer cevap verdi:  -  Olmaz olur mu hiç! Elbette vardır. Bu haklardan biri, babanın temiz ve  asil bir hanımla evlenmiş olmasıdır. Eğer erkek, bayağı bir kadınla  evlenmiş olursa, bu hal, ondan doğacak çocuklar için bir ar meselesi  olur. Evladın, babası üzerindeki haklarından biri de kendisine iyi bir  isim koymasıdır. Ve nihayet, evladına dinini öğretmesidir.  Hazret-i Ömer'den bu sözleri dinleyen genç dedi ki:  -  Vallahi babam bu söylediklerinin hiçbirini yapmadı. Benim annem asil  bir kadın değildir. Dörtyüz dirhem karşılığında babamın satın aldığı  Sind'li birisidir. Sonra, bana güzel bir isim değil bilakis çirkin bir  isim koymuş. Ayrıca bugüne kadar bana dinimi öğretmedi, Kur'an-ı  kerimden bir ayet bile öğretmedi.  Gencin bu sözleri üzerine Hazret-i Ömer celallendi. Gencin babasına dönerek,  -  Oğlum bana karşı geliyor, diye bana şikayete geliyorsun. Halbuki o sana  karşı gelmezden önce, sen ona karşı gelmişsin. Önce onun şikayet için  bana gelmesi lazımdı. Haydi git, diyerek azarladı.  Bir gün Ebu Hafs hazretlerine bir adam gelerek, "Oğlum beni dövdü, incitti" dedi. Bunun üzerine Ebu Hafs, "Ona terbiye verip, ilim, irfan öğrettin mi" diye sordu. Adam, "Hayır" dedi. "Peki, Kur'an-ı kerimi ve Kur'an ahlakını öğrettin mi?" diye  sordu. Adam yine "Hayır" diye cevap verince, oğlunun ne iş yaptığını  sordu. Adam, çiftlikle uğraştığını söyledi. Neticede Ebu Hafs adama  şunları söyledi:  -  Belki de o, sabahleyin kalkmış, eşeğine binerek öküzleri önüne katmış,  köpeğini de peşine takmış tarlaya gitmek üzere yola koyulmuştur.  Kur'an-ı kerim okumasını bilmediği için başlamıştır şarkı söylemeğe. Sen  de bu sırada ona çarpmışsındır, seni öküz zannedip vurmuştur. Çocuğu  ile ilgilenmeyip, ona gerekli terbiyeyi vermiyen kimse ile, yavrusunu  doğurup büyüten hayvan arasında ne fark var? Allaha şükret ki kafanı  kırmamış. Dinden, imandan, haberi olmayandan daha başka ne beklenir?    Komşu hakkı çok önemlidir  Dinimiz  komşuluğa çok önem vermiştir. Her müslümanın, güzel ahlaklı, salih  komşular arasında ev araması lazımdır. Peygamber efendimiz bir hadis-i  şeriflerinde, (Ev satın almadan evvel, komşuların nasıl olduklarını araştırınız!) buyurdu. Başka bir hadis-i şerifte de, (Komşuya hürmet etmek, anaya hürmet etmek gibi lazımdır) buyuruldu.  Komşuya  hürmet, onunla iyi geçinmektir. Onun aç olduğunu bilerek, kendisi tok  yatmamaktır. Allahü tealanın kendisine ihsan ettiği rızklardan ona da  vermektir. Onu incitecek söz ve harekette bulunmamaktır. Hadis-i  şerifte, (Komşusu, şerrinden, kötülüğünden emin olmıyan kimse, Allahü tealaya iman etmemiştir) buyuruldu.  Gayri müslim komşuya da, iyi davranmalıdır. Mümkün olduğu kadar hediye  vermelidir. Görüştüğünde, halini, hatırını sormalıdır. Hadis-i şerifte, (Zimmi ya'ni gayri müslim komşunun bir hakkı, müslüman komşunun iki hakkı, akraba olan komşunun üç hakkı vardır) buyuruldu.  Komşunun  yaptığı sıkıntılara, eziyetlere ve cahilce hareketlerine sabretmeli,  karşılık vermemelidir. Haram işliyen kötü komşuya da, haram olduğunu  güler yüz ve tatlı dil ile anlatmalıdır. Komşuyla iyi geçinmek demek,  sadece ona kötülük yapmamak değil, ondan gelen sıkıntılara da  sabretmektir. Zamanımızda, islamiyeti anlatmada en tesirli yol, güler  yüzlü, tatlı dilli olmaktır. Komşular, günah işlediklerini görüp de  nasihat vermiyen ve kendileri ile görüşmiyen, Cehennemden kurtulmaları  için yardım etmiyen komşularını, kıyamet günü, Allahü tealaya şikayet  edecekler, maddi ve ma'nevi haklarını istiyeceklerdir. Bununla yıllarca  komşuluk yaptım, bana senin dinini anlatmadı, yaptığım işi senin yasak  ettiğini bildirmedi, diyeceklerdir.  Komşunun  çocuklarını eli ile okşamalı, sevmeli, gelip giderken ona hediye, şeker  almalı, önce kendini sevdirmeli, sonra da namaz kılmaları ve günah  işlememeleri için, tatlı dil ile nasihat etmelidir. Hadis-i şerifte, (Evinizde pişen yemekten, komşunuzun hakkını veriniz) buyuruldu.  Ödünç  olarak bir şey istediğinde, mümkünse hemen vermelidir. Komşusu hasta  olunca, ziyaretine gitmelidir. Sıkıntıya düşünce, imdadına yetişmelidir.  Hadis-i şerifte, (Sıkıntıya düşen komşusuna yardım eden, sıkıntısını gideren kimseye, Allahü teala kıyamet günü kıymetli elbise giydirecektir) buyuruldu. Cenazesi olunca, (Ta'ziye) etmeli, ya'ni sabretmesini söylemeli, teselli etmeli ve cenazesinin hizmetine koşmalıdır.  Komşusu  sefere, yolculuğa, uzak yere görevli gidince, geride kalan ailesini,  çocuklarını, hırsızların, ahlaksızların şerlerinden, zararlarından  korumalıdır.  O  yok iken, onun çoluk çocuklarına karşı davranışlarında, ona hıyanet,  kötülük etmekten çok sakınmalıdır. Ona veremiyeceği meyve, tatlı gibi  şeyleri evine ondan gizli getirmelidir. Evini satacağı veya kiraya  vereceği zaman, ona danışmalı, onun tavsiye ettiği salih kimseye  vermelidir.  Çeşitli  sebeplerle görüşmesi, nasihat etmesi mümkün olmazsa, mahzurlu olursa,  en azından ona islamiyeti doğru olarak anlatan dini kitap hediye  etmelidir. Bu şekilde vebalden kurtulmalıdır. Ahırette, ya Rabbi, bana nasihat etmedi, dinini öğretmedi dediğinde, ya Rabbi, senin dinini doğru olarak anlatan kitap verdim, diyebilmelidir.    Neler abdesti bozar?  Yedi şey, abdesti bozar:  1- Önden ve arkadan çıkan, yellenmek, idrar vb. şeyler abdesti bozar.  2-  Ağızdan çıkan necis şeyler bozar: Bunlardan, istifra, katı kan, kan,  safra, mi'deden gelen yemek, su, ağız dolusu olunca, abdesti bozarlar,  az miktarları abdesti bozmaz. Bunların hepsi kaba necasettir. Ağzın içi,  abdestin bozulmasında, iç organ sayılır. Bunun için, dişten ve ağızdaki  yaradan çıkıp ağızdan dışarı çıkmıyan kan abdesti bozmaz. Ağızdan  dışarı çıkınca, tükrükten çoksa bozar.  3- Deriden çıkan şeyler bozar: Kan, cerahat, sarı su, ağrılı çıkan renksiz su, abdesti bozar.  Birşeyi  ısırınca, o şey üzerinde kan görürse, bozulmaz. Misvak, kürdan üzerinde  kan görünce, ağzına bulaşmadı ise, bozulmaz. Ya'ni oraya parmağını  koyunca, parmağında kan görürse bozulur. Ağrı olmadan, herhangi bir  sebeple ağlamakla ve soğan, duman, gazlar te'siri ile, göz yaşı akınca  bozmaz. Az olup yayılmıyan, yatağında kalan derideki kan abdesti bozmaz.   4-  Uyumak bozar. Yan veya sırt üstü yatarak veya dirseğine yahut birşeye  dayanıp uyumak bozar. Dayandığı şey çekilince düşmezse, bozulmaz.  Namazda uyumak, dizleri dikip, başını dizlerine koyarak, diz çökerek,  bağdaş kurarak, teverrük ederek uyursa, bozulmaz. Teverrük, kadınların  namazda oturdukları gibi oturmaktır. Bir dizini dikip, diğer uyluğu  üzerine oturup uyursa bozulur.  5- Bayılmak, akli dengeyi kaybetmek bozar: Mesela, sar'a tutmakla, her ne şekilde olursa olsun bayılmakla abdest bozulur.  6-  Namazda kahkaha ile gülmek bozar. Ancak, namazda tebessüm, namazı da,  abdesti de bozmaz. Yanındakiler işitirse, kahkaha denir. Kendi de  işitmezse, tebessüm denir. Yalnız kendi işitirse, yalnız namazı bozar.  7- (Mübaşeret-i fahişe) ya'ni çıplak olarak, sev'eteyni, sürtmekle, erkeğin de, kadının da abdesti bozulur.  Saç,  sakal, bıyık, tırnak kesmekle abdest bozulmaz. Kesilen yerleri yıkamak  lazım olmaz. Yara kabuğunun düşmesi ile de bozulmaz. Yıkamak yaraya  zarar verirse, mesh edilir.  Abdest  aldığını bilip, sonra bozulduğunda şüphe ederse, abdesti var kabul  edilir. Abdesti bozulduğunu bilip, sonra abdest aldığında şüphe ederse,  abdest alması lazım olur.  Abdest  arasında, ba'zı yerini yıkadığında şüphe ederse, orasını yıkar. Abdest  aldıktan sonra şüphe ederse, yıkamak lazım değildir.  Vedi,  mezi çıkınca abdest bozulur. Önden, arkadan çıkarak abdesti bozanlar,  hastalıkla çıkar, sızarsa ve yeniden abdest almakta, şiddetli soğuk,  hastalık, ihtiyarlık gibi sebeplerle, harac, güçlük olursa, Maliki  mezhebinde abdest bozulmaz. Böyle rahatsızlıklarda Hanefi mezhebinde  olanlar, Malikiyi taklid edebilirler.  Abdest  aldıktan sonra az da olsa, idrar sızsa abdest bozulur. Bunun için  erkekler heladan çıkar çıkmaz abdest almamalıdır. Yaş durumuna göre,  5-10 dakika içinde bu sızma devam eder. Yürüyerek, öksürerek veya sol  tarafa yatarak (Istibra) etmesi, ya'ni idrar yolunda damlalar  bırakmaması şarttır. (Kadınlar istibra yapmaz.) Idrar damlası  kalmadığına kana'at gelmeden abdest almamalıdır.  Istibrada  güçlük çekenler, acele işi olanlar, arpa kadar pamuğu idrar deliğine  koymalıdır. Sızan idrarı pamuk emer. Içerde olduğu için hem abdest  bozulmaz, hem de çamaşır kirlenmez. Yalnız pamuğun ucu dışarda kalmaması  lazımdır.  Namazı bozan şeyler  Namazı bozan şeyler şunlardır:  1 -  Konuşmak: Bir kelime de namazı bozar. Bilerek, bilmiyerek, zorla,  unutarak söylemek, hep bozar. Başkasının selamına, sözüne cevap vermek  bozar. Kur'an-ı kerimde ve hadis-i şerifte bulunmıyan duaları okumak,  bozar.  2 - Boğazından,  özrsüz, öksürür gibi ses çıkarmak bozar. Kendiliğinden olursa bozmaz.  Okumayı kolaylaştırmak için yaparsa, zararı olmaz.  3 -  Ah, of, Uf gibi sözler bozar. Sesli ağlamak bozar. Sessiz gözyaşı  bozmaz.Hasta, elinde olmıyarak ah, of der ve ağlarsa bozulmaz.  4 - Aksırıp Elhamdülillah diyene Yerhamükallah demek bozar.  5 -  Başkasının sözü ile yerini değiştirmek veya yanına gelene, onun sözü  ile yer açmak bozar. Fakat, kendiliğinden hareket ederse yer verirse  bozmaz.  6 -  Az da olsa, unutarak da olsa, dışardan alarak yimek, içmek bozar. Diş  arasında kalmış, nohuttan küçük şeyi yutmak bozmaz. Ağzındaki ufak bir  şeyi üç kere çiğnemek veya eritip yutmak, namazı bozar.  7 - Kur'an-ı kerime veya kağıda bakıp, öğrenerek okumak bozar.  8 - Namazdan olmıyan fazla hareketler, namazı bozar. Bir elin hareketi üçten az olursa bozmaz.  9 - Bir  rükünde, üç kere sübhanallah diyecek kadar avret yeri açılırsa veya  derisinde, elbisesinde, namaz kılacak yerde namazı bozacak kadar necaset  olursa bozulur.  10 - Özürsüz,  göğsünü kıbleden çevirince hemen bozar. Yüzünü, başka uzvunu çevirmek  bozmaz, mekruh olur. Elinde olmıyarak çevrilince, bir rükün devam  ederse, bozar.  11- Namaz  içindeki tekbirlerde Allahü derken derken, baştaki hemzeyi uzatırsa  namaz bozulur. Namaza dururken uzatırsa, namaza başlaması sahih olmaz.  12 - Teganni ile okumak, ma'nayı bozarsa, namaz bozular. Mesela Ra'yı uzatarak Rabbena lekelhamd, demek bozar.  13 - Zellet-ül-kari  Ya'ni yanlış okumak bozar: Bu hata harekelerde ve sükunde olabilir.  Harfin yerini değiştirir veya harf ilave eder, yahut azaltır. Veyahut  harfi ileri geri alır. Kelimelerde ve cümlelerde olur. Bunun için  harfleri usulüne uygun çıkarmak lazımdır. Aksi taktirde namaz  bozulabilir. Mesela, ehad yerine ehat deyince bozulur.  Düzgün okunmadığında, Kur'an-ı kerimin ma'nası değişerek, küfre sebeb olacak manaların çıktığı haller de çoktur. Mesela Hallak kelimesi, Hı ile okunduğunda yaratıcı, Ha ile okunduğunda, berber manasına gelmektedir. Bu şekilde okunduğunda, mesela Yasin-i şerifin seksenbirinci ayet-i kerimesindeki (Onun yarattıkları pek çoktur. O, herşeyi bilir) ifadesi (O berberdir, herşeyi bilicidir) şeklini almaktadır.  Arabideki harflerin karşılığı latin harflerinde yoktur. Arabide üç tane, S, üç tane Z harfi vardır. Bir kalın Zı, ikinci ince okunan Ze, üçüncüsü Zal'dır. Bunların üçü ayrı ayrı söylenir. Rükü' tesbihinde Zı ile (azim) denir ki, Rabbim büyüktür demektir. Eğer ince Ze ile ya'ni zal ile  (azim) denilirse, Rabbim benim düşmanımdır manasına gelmektedir.  Kur'an-ı kerimi latin harfi ile öğrenip okuyan, bu üç harfi  ayıramıyacağı için namazı sahih, geçerli olmaz.  Bunun  için, her müslümanın namaz kılacak kadar sureleri, duaları, düzgün  okumasını bilen birinden mutlaka öğrenmesi lazımdır. Bunları latin  harfleri ile düzgün olarak ezberlemek mümkün değildir. Kur'an-ı kerimi  de mutlaka aslından okumaladır. Aslından okunmazsa, sevap kazanalım  derken, günaha hatta küfre girilebilir.  Namazın sevabını gideren şeyler (1)  Mekruh,  Peygamber efendimizin beğenmediği, hoş görmediği şeyler demektir.  Mekruh olarak kılınan namaz sahih, ya'ni geçerli olur, fakat o ibadetin  sevabını azaltır, va'd edilen sevabın tamamına kavuşulamaz. Namazın  mekruhlarından bazıları şunlardır:  1- Secdeye inerken pantalon paçalarını kaldırmak mekruhtur.  2-  Kolları sığalı olarak ve kısa kollu gömlekle namaza durmak mekruhtur.  Abdest alıp, imama yetişmek için acele edenin, kolları sığalı kalmış  ise, namazda iken yavaş yavaş indirmesi lazımdır.  3-  Abes, ya'ni faidesiz hareketler. Mesela elbisesi ile oynamak,  mekruhtur. Namazda faydalı hareketin, mesela, eli ile, alnındaki teri  silmenin zararı olmaz. Pantalon, entari ete yapışınca, avret mahallinin  şekli belli olmasın diye, bunları buradan ayırmak mekruh olmaz. Kaşınmak  abes değil ise de, bir rüknde, eli üç kerre kaldırırsa, namazı bozulur.   4-  Iş elbisesi ile ve büyüklerin yanına çıkamıyacak elbise ile ve fena  kokulu elbise ve çorap ile kılmak mekruhtur. Başka elbisesi yoksa,  mekruh olmaz. Parası varsa, alması lazımdır. Bol pijama ile kılmak  mekruh değildir. Ceketin ve paltonun önünü kapalı veya açık bulundurmak  mekruh değildir.  5- Ağızda, kıraete mani' olmıyacak birşey bulundurmak mekruhtur. Mani' olursa, namaz bozulur.  6-  Baş açık, yalın ayak kılmak mekruhtur. Başlığı düşerse, az hareketle  örtmek efdaldir. Namazda başı herhangi bir renkte olan takke ile  örtmelidir.  7-  Namazda, secde yerinden, taşı, toprağı eli ile süpürmek mekruhtur.  Secdeyi güçleştiriyorsa, bir hareket ile, caiz olursa da, namazdan önce  temizlemelidir.  8-  Camide, namaz için safa girerken, namaza dururken ve namaz içinde  parmakları bükerek çıtırdatmak, iki elin parmaklarını birbiri arasına  sokup çıtırdatmak mekruhtur. Namaza hazırlanmadan önce, zaruret olursa,  mekruh olmaz.  9- Başını, yüzünü etrafa çevirmek mekruhtur. Gözleri ile etrafa bakmak, tenzihen mekruhtur. Göğsü çevirince, namaz bozulur.  10- Secdede, erkeklerin kollarını yere döşemesi mekruhtur. Kadınlar ise, kollarını yere yaymalıdır.  11-  Insanın yüzüne karşı kılmak mekruhtur. Insan uzakta dahi olsa, mekruh  olur. Arada, namaz kılana sırtı dönük biri bulunursa, mekruh olmaz.  12-  Selama eli ile, başı ile cevap vermek mekruhtur. Suale başı ile, eli  ile cevap vermesi mekruh değildir. Mesela, kaç rek'at kıldınız, diyene  parmağı ile cevap vermesi gibi.  13-  Namazda ve namaz haricinde ağzını açarak esnemek mekruhtur. Alt  dudağını dişlerin arasına sıkıştırmalıdır. Kendini tutamazsa, ayakta sağ  elin, diğer rüknlerde ve namaz haricinde sol elin dışı ile, ağzını  örtmelidir. Peygamberler esnemezlerdi.  14- Namazda gözleri yummak tenzihen mekruhtur. Zihni dağılmasın diye yumarsa, mekruh olmaz.  15-  Öndeki safta boş yer varken, arkasındaki safta durmak ve safta yer yok  iken, saf arkasında yalnız durmak mekruhtur. Safta yer olmayınca, yalnız  başına durmayıp, rükü'a kadar, birini bekler. Kimse gelmezse, öndeki  safa sıkışır. Öndeki safa sığmazsa, güvendiği birini arkaya, yanına  çeker. Güvendiği kimse yoksa, yalnız durur. Devamı yarın  Namazın sevabını gideren şeyler (2)  16-  Üzerinde canlı resmi, insan veya hayvan resmi bulunan elbise ile kılmak  tahrimen mekruhtur. Cansız resimleri bulunursa, mekruh olmaz.  Canlı  resmi, namaz kılanın başında, önünde, sağ ve sol hizasında, duvara  çizilmiş veya beze, kağıda yapılarak asılmış veya konmuş ise, mekruhtur.  Resim, namaz kılanın arkasındaki duvarlarda ve tavanda ise, hafif  mekruhtur. Çocuklara oynamak için alınan bebek namaz kılanın kıble  istikametinde değilse namaza zararı olmaz.  Üzerinde  Ka'be, cami' resmi veya Kur'an-ı kerim harfli yazı bulunan seccadeleri  namaz kılmak için yere sermek caiz değildir. Bunlara hürmetsizlik olur.  17- Bir kimsenin yüzüne karşı ve yüksek sesle konuşanların sırtına karşı namaz kılmak mekruhtur.  18-  Açık başına sarık sarıp, tepesi açık olarak kılmak, tahrimen mekruhtur.  Maske, eldiven ve alnın yere değmesine mani' olan gözlük takarak  kılmamalıdır. Zaruret olmadan bu şekilde namaz kılmamalıdır.  19- Özürsüz, boğazından balgam çıkarmak, öksürür gibi yapmak mekruhtur.  20- Amel-i kalil, ya'ni bir eli, bir veya iki kerre hareket ettirmek mekruhtur.  21-  Namazın sünnetlerinden birini terk etmek mekruhtur. Namazda müekked  sünneti terk, tahrimen mekruh olur. Müekked olmıyan sünneti terk,  tenzihen mekruh olur.  22-  Kalbi meşgul eden, huşu'u gideren şeyler yanında, mesela süslü şeyler  karşısında, oyun ve çalgı aletlerinin bulunduğu yerde ve arzu ettiği  yemek karşısında özürsüz kılmak mekruhtur. Ayakkabılarını arkada  bırakarak kılmak mekruhtur.  23- Farz kılarken özürsüz, sağlam kimsenin duvara, direğe dayanması mekruhtur.  24-  Kıraeti, rükü'a eğildikte tamamlamak mekruhtur. Secdelere ve rükü'a,  imamdan önce başını koymak ve kaldırmak, ta'dil-i erkanı terk etmek,  mekruhtur.  25-  Necis olmak ihtimali bulunan yerlerde, mesela kabristanda, hamam içinde  ve kilisede kılmak mekruh olup, yıkayıp temizliyerek kılmak veya  hamamın soyunma mahallinde kılmak ve kabristandaki mescidde kılmak,  mekruh olmaz.  26- Kabre karşı kılmak mekruhtur. Vehhabiler, buna şirk diyorlar.  27- Teşehhüdlerde, sünnete uygun oturmamak, tenzihen mekruhtur. Özrü varsa, mekruh olmaz.  28-  Ikinci rek'atte, birinci okuduğu ayeti tekrar okumak, tenzihen  mekruhtur. Ondan evvelki bir ayeti okumak tahrimen mekruhtur. Unutarak  okursa, mekruh olmazlar. Ikinci rek'atte birinciden üç ayet uzun okumak  mekruhtur.  29- Farzdan sonra son sünnete hemen kalkmamak, konuşmak mekruhtur.  30-  Başı bir tarafa eğmek, tekbir alırken veya teşehhüdde otururken  parmakları açık veya kapalı tutmak mekruhtur. Buralarda parmaklar kendi  halinde bırakılır. Fakat secdede kapalı, rüküda ise açık tutulur.  31-  Namazda, vücudunun ağırlığını bir ayağı üzerine vermek, imam açıktan  okurken sübhaneke okumak. Kıyamda, ayakta ayağının birini kaldırmak.  Namaz kılanın önünden geçmek veya önünden geçilebilecek bir yerde durmak  da mekruhtur.  32- Küçük ve büyük abdesti sıkıştırırken ve yel zorlarken namaza durmak mekruhtur.    İman ve ahlak  Insan,  kainatı incelediğinde, mesela yerleri, gökleri ve yıldızlar dediğimiz,  milyarlarca gök küresinin boşlukta döndüklerini, asırlar boyunca  çarpışmadıklarını, yeryüzünde, sıcaklık, basınç, hava, su miktarlarının,  yapılarının, hareketlerinin tam yaşamaya uygun olarak ayarlanmış  olduğunu görür.  Insanların,  hayvanların, bitkilerin, cansız maddelerin, atomların, hücrelerin,  kısaca sayısız varlıkların yapılarındaki ve hareketlerindeki nizamı,  düzeni, uygunluğu görerek, bunları yapan, yaratan, kudretli, bilgili bir  sahibin bulunduğunu, ister istemez kabul etmek, inanmak zorunda kalır.  Aklı  olan kimse, kainattaki bu azameti, bu intizamı görerek, hemen Allahü  tealanın varlığına inanır, müslüman olur. Nitekim, müslüman olan  Isviçreli felsefe profesörü, gazetecilerin suallerine karşılık olarak "Islam  kitaplarını tetkik ederek, hak yolu anladım. Islam alimlerinin  büyüklüğünü kavrayabildim. Islam dini, olduğu gibi anlatılsa, bütün  dünyada aklı olan herkes seve seve müslüman olur" demiştir.  Bir  insan, tabiatı ve kendini tetkik ederek, müslüman olduktan sonra, islam  alimlerinin kitaplarından, Muhammed aleyhisselamın hayatını ve güzel  ahlakını öğrenmesi lazımdır.  Ahlak  bilgisi çok önemlidir. Çünkü insan, ahlak bilgisi ile, iyi ve kötü  huyları, faydalı ve zararlı işleri anlar. Iyi işleri yapıp, dünyada  kamil, kıymetli bir insan olur. Işleri muntazam ve kolaylıkla hasıl  olur. Dünyada rahat, huzur içinde yaşar. Kendisini herkes sever. Allahü  teala ondan razı olur. Ahirette de, Allahü tealanın merhametine,  mükafatlarına kavuşur.  Saadete kavuşmak için, iki şey lazımdır. Mes'ud ve bahtiyar kimse, bu iki şeye kavuşan kimsedir.  Bu iki şeyden birincisi, doğru ilim ve iman sahibi olmaktır. Bu da, fen derslerini ve Muhammed aleyhisselamın hayatını, ahlakını öğrenmek ile ele geçer.  Ikincisi, iyi huylu, iyi hareketli insan olmaktır. Bu ise, fıkh ve ahlak ilimlerini öğrenmek ve bunlara uymakla olur.  Bu  ikisini elde eden kimse, Allahü tealanın rızasına, sevgisine kavuşur.  Çünkü Allahü teala, sonsuz ilmi ile herşeye alimdir. Meleklere ve  Peygamberlere çok ilim vermiştir. Onlarda hiç ayıp ve kusur ve çirkin  hiçbirşey yoktur.  Insanların  ilmi ise, pek az ve imanları, ya bozuk veya kötü huylar ile bulaşmış ve  kötü işler ile kirlenmiştir. Bunun için insanlar, Allahü tealadan ve  meleklerden ve Peygamberlerden pek uzak, onlara kavuşmak şerefinden çok  mahrumdur.  Insan,  fen bilgilerinde, tabiati incelemekte tenbel ve cahil kalarak, hakiki  imana, i'tikada kavuşmazsa ve Muhammed aleyhisselamı doğru tanıyarak  imanını kuvvetlendirmezse, sonsuz felakette ve sıkıntıda kalanlardan  olur.  Eğer,  hakiki imana kavuşursa ve nefsine tabi' olmayıp dine, ya'ni Allahü  tealanın emir ve yasaklarına uyarsa, saadete kavuşmaktan ve Allahü  tealanın rahmetinden, affından mahrum kalmaz. Fakat, yaptığı kötülükler  kadar azab görür, yanar ve Allahü tealanın rahmetine kavuşması güç olur.  İmanı olduğu için, sonunda yine rahmete kavuşur. Cehennem ateşi,  kötülüklerinin kirlerini temizleyip, onu Cennete girmeğe layık, temiz  şekle sokar.  Bütün  saadetlerin, rahatlıkların başı, kamil iman sahibi olmaktır. Herkesin,  kalbini yanlış i'tikadlardan, şüphelerden kurtarmağa çalışması lazımdır.  Bir kimse, doğru imana kavuşur ve ahlakı güzel ve işleri iyi olursa,  yüksek ruhlara, ya'ni Peygamberlere ve Evliyaya ve meleklere benzer ve  onlara yaklaşır.  Şeytanın hileleri!  Şeytanın hileleri çoktur. Bunlardan ba'zıları şunlardır:  Birincisi, Allahü tealanın senin ibadetine ihtiyacı yoktur, der. Buna karşı Bekara suresi, altmışikinci ayetinin, (Amel-i salihin faidesi, bunu yapanadır) meal-i şerifini hatırlamalıdır.  Şeytanın ikinci hilesi, Allahü teala rahimdir, kerimdir, seni de affeder, Cennete kor, der. Buna karşı, Lokman suresi, otuzüçüncü ayetinin, (Allahın kerim olması, sizi aldatmasın) ve Meryem suresi, altmışüçüncü ayetinin, (Cennete kullarımızdan mütteki olanları varis kılarız) meal-i şeriflerini hatırlamalıdır.  Üçüncü hilesi, senin ibadetlerin hep kusurludur. Riya karışıktır. Böyle ibadetlerle mütteki olamazsın. Allahü teala, Maide suresinde, (Allah, yalnız müttekilerin ibadetlerini kabul eder) buyuruyor. Senin ibadetlerin kabul olmaz. Boşuna uğraşıyorsun. Boş yere, sopa yiyen hayvan gibi, eziyyet çekiyorsun, der.  Buna  karşılık, ben, Allahü tealanın azabından kurtulmak ve emrine uymak için  ibadet ediyorum. Benim vazifem, emri yerine getirmektir. Kabul olup  olmıyacağı, O'nun bileceği şeydir. Şartlarına uygun olan ve farzları  yapılan ibadetin sahih olması muhakkaktır, demelidir.  Farzları  terk etmek büyük günahtır. Bu günahlardan kurtulmak için ibadetleri  yapmak lazımdır. Ibadet yapmadan, Cennete girmek için dua etmek  günahtır. Hadis-i şerifte, (Aklı olan kimse, nefsine uymaz ve ibadet yapar. Ahmak olan, nefsine uyar, sonra Allahın rahmetini bekler) buyuruldu. Ahıret için lazım olan şeyleri, bu fani dünyada hazırlamak lazımdır.  Şeytanın hilelerinden dördüncüsü, şimdi  dünyayı kazanmak için çalış da, rahata kavuş, o zaman, rahat rahat,  huzur içinde ibadet edersin, diyerek ibadet yapmağa mani' olur.  Buna  cevap olarak, ecel benim elimde değildir. Herkesin ömrünü Allahü teala  ezelde takdir etmiştir. Belki yakında ölürüm. Ibadet vazifelerini  vaktinde yapmalıyım, demelidir. Hadis-i şerifte, (Helekel-müsevvifün) buyuruldu ki, bugünkü vazifelerini yarına bırakanlar zarar ettiler, demektir.  Şeytanın hilelerinden beşincisi, ibadetleri terk ettiremeyince, çabuk kıl, vaktini kaçırma, diyerek şartlarını, farzlarını tam yaptırmamak ister.  Buna  karşılık, farzlar çok azdır. Bunları, yavaş yavaş ve şartlarına uygun  olarak yapmak lazımdır. Farz olmıyanları da, şartlarına uygun olarak az  yapmak, şartları noksan olarak çok yapmaktan iyidir, demelidir.  Altıncı hile olarak riyayı  tavsiye eder. Herkes görsün de, beğensin, der. Buna cevap olarak,  kendine fayda ve zarar vermek, kimsenin elinde değildir. Başkalarına  ise, hiç veremezler. Böyle olan kimselerden birşey beklemek abes olur,  batıl olur. Fayda ve zarar veren ancak Allahü tealadır. Yalnız onun  görmesi, bana yetişir, demelidir.  Yedinci hile olarak, ibadetlere  mani' olamıyacağını anlayınca, insana ucb, ya'ni ibadetlerini beğenmek  vesvesesi verir. Senin gibi akıllı, uyanık kimse var mı? Bu zamanda,  herkes gaflet uykusunda iken, sen ibadet yapıyorsun, der.  Buna karşılık, bu akıl ve zeka benden değildir. Rabbimin ihsanıdır. Onun ihsanı olmasa, ibadet yapamam demelidir.  Sekizinci hile olarak, ibadetlerini  gizli yap. Allahü teala, senin sevgini ve şerefini insanların kalbine  yerleştirir, diyerek gizli riyaya düşürmek ister. Buna karşılık, ben  Allahü tealanın kuluyum. O, benim sahibimdir. Ibadetimi isterse beğenir,  isterse reddeder. Insanlara bildirip bildirmemesine karışamam,  demelidir. Devamı var  Şeytanın hileleri! (2)  Şeytan  insanı kandırıp, dinden uzaklaştırmak için, "Ibadet yapmaya ne lüzum  var? Insanların imanlı mı imansız mı ölecekleri ezelde takdir  edilmiştir. İmanlı ölecek olan, ibadeti terk edince, affedilir, Cennete  gider. Ezelde kafir öleceği yazılan, ne kadar ibadet yaparsa yapsın,  faydası olmaz, muhakkak Cehenneme gider. O halde, kendini boşuna yorma!  Rahatına bak!" der.  Buna cevap olarak, "Ben kulum, kulun vazifesi, sahibinin  emrini yapmaktır. Rabbim herşeyi bilir ve dilediğini yapar. Dilediğine  hayır, dilediğine şer verir. Kimsede, O'na sual sormak hakkı yoktur.  Ezelde asi isem, Rabbime ita'at etmiş olarak Cehenneme girmeyi, asi  olarak girmeye tercih ederim. Bundan başka, Allahü teala, ibadet  edenleri Cennete sokacağını, ibadet etmiyenlere Cehennemde azab  yapacağını va'd etmiştir. Allahü teala va'dinde sadıktır. Va'dinden  dönmez" demelidir. Şeytan, "Ibadet yapmak ezelde takdir edilmiş ise, mümkün  olur. Allahü tealanın takdiri değişmez. Ibadet yapmakta ve terketmekte  insanlar mecbur olmaktadır" der. Buna şöyle cevap verilir: Herşeyi ve insanların iyi, kötü her işini Allahü teala yaratıyor ise de, insanlara "irade-i cüz'iyye" vermiştir.  Irade-i cüz'iyye insandan meydana gelir. Fakat, insan bunu yarattı  denilemez. Çünkü irade hariçte mevcut birşey değildir. Insanın kalbinde  hasıl olmaktadır. Hariçte mevcut olan şeyin meydana gelmesine, halk  etmek, yaratmak denir. Allahü teala, insanın ihtiyari hareketini yaratmak için,  insanın iradesini sebep kılmıştır. Bu şart olmasa da yaratır. Fakat bu  şart ile, bu sebep ile yaratması adetidir. Insanların işleri yalnız irade-i cüz'iyye ile meydana  gelmez. Ya'ni insanın her istediği vücuda gelmez. Insan irade eder.  Hareket etmesini ister, kudretini kullanır, Allahü teala da, irade  ederse, iş meydana gelir. Insanın işleri, ezeldeki takdir ile meydana geliyor ise  de, meydana gelmeleri için, önce kul irade-i cüz'iyyesini  kullanmaktadır. Işin yapılmasını veya yapılmamasını istemektedir.  Insanın işlerini Allahü tealanın ezelde takdir etmesi demek, insanın  neleri irade edeceğini bilmesi ve dilemesi demektir. Bunları  Levh-ül-mahfuzda yazmıştır. Böyle olduğu için, kulun mecbur olması lazım gelmez. Bir  kimse, birisinin bir günde yapacağı şeyleri bilse ve bunları yapmasını  irade etse ve hepsini bir kağıda yazsa, bunları yapacak olan kimse, o  kimsenin mecburu olmaz. "Yapacaklarımı biliyordun ve yapılmasını istedin  ve kağıda yazdın. O halde, bunları sen yaptın" diyemez. Çünkü, bunları  kendi iradesi ile ve kendisi yapmıştır. O kimsenin bildiği ve dilediği  ve yazdığı için yapmamıştır. Güneşin doğuş batış zamanları önceden tespit edilip,  takvimlere yazılmıştır. Güneş, takvimler yazdığı için o zamanda doğup  batmaktadır denilebilir mi? Allahü tealanın ezelde bilmesi ve dilemesi ve  levh-ül-mahfuza yazması da, insanları mecbur etmek olmaz. Allahü teala  ezelde dilediği için, levh-ül-mahfuza yazmıştır. Kulun yapacağını  bildiği için, yapılmasını irade etmiştir. Allahü tealanın ezeldeki bilgisi, kulun kendi iradesi  ile yapacağı işe bağlıdır. Kulun işi de, Allahü tealanın bu ilmi ve  iradesi ile ve yaratması ile meydana gelmekdedir. Kul, iradesini  kullanmazsa, Allahü teala, kulun iradesini kullanmıyacağını ezelde bilir  ve bildiği için irade etmez ve yaratmaz.   Konuşmanın edebleri  Konuşmanın  edeblerinden ilki, fazla konuşmamaktır. Atalarımız, çok söz yalansız,  çok mal haramsız olmaz demişlerdir. Çok konuşmak zihin hafifliği ve akıl  zayıflığının alametidir. Kişinin heybetini kırar, i'tibarını düşürür. Hazret-i Aişe buyurur ki: "Hiçbir sözü boş  olmayan Resulullah efendimiz, az, öz ve tane tane konuşurdu. Bir  mecliste konuşsa, mübarek ağzından çıkan kelimeler sayılmak istense,  sayılabilirdi." Alimler demişlerdir ki, lüzumsuz çok konuşan bir kimseyi  görürsen, bil ki, aklı yoktur. Söyliyeceği sözü iyice düşünmeden dile  getirmemeli, ağzından çıkarmamalıdır. Çok konuşmak, soru soranın sorusu  bitmeden hemen acele ile cevap vermek, ahmaklık alametidir. Önce düşün, sonra söyle  Kendisine  birşey söylendiği zaman, söyliyenin sözü bitmeden, cevap vermeye  başlamamalıdır. Akıllı kimse, soruyu dikkatle dinler, soru bittikten  sonra düşünüp öyle cevap verir. Hikmet sahibleri; "Önce düşün, sonra  söyle" demişlerdir. Ihtiyaç olmadan konuşmamalıdır.  Konuşurken gülmemelidir. Mecliste birisi konuşurken,  sözünü kesip araya girmemelidir. Bir kimsenin anlattığı bir şeyi bilse  de, bildiğini belli etmeyip, o kimsenin sözünü tamamlamasına fırsat  vermelidir. Yanında konuşulanlar onu ilgilendirmiyor veya onun  karışması istenmiyorsa, karışmamalıdır. Ondan gizli konuşuyorlarsa,  kulak vermemelidir. Kinayeli konuşmamalıdır. Sesini ne çok yüksek ne de çok  hafif çıkarmayıp, orta bir ses tonu ile konuşmalıdır. Söz zor  anlaşılacak gibi olursa, misalle açıklamalı ve faydasız yere sözü  uzatmamalıdır. Kısa ve öz anlatma yolunu seçmelidir. Ma'nası zor bilinen  ve anlaşılması kolay olmayan kelime ve ifadeler kullanmamalıdır. Mürüvveti gideren, kişiyi aşağılayan, kin ve düşmanlığı  celb eden sözlerden ve huylardan kaçınmalıdır. Şakada çok dikkatli  olmalıdır. Şaka yemekteki tuza benzer. Azı da çoğu da iyi değildir. Her yerde, bulunduğu yerin haline göre konuşmalıdır.  Konuşurken el, göz, kaş hareketleri yapmamalıdır. Ama bulunduğu yeri  icabı hafif işaretler olabilir. Bilhassa büyüklerin, yahut aksine  sefihlerin yanında bilgiçlik taslamamalı, ben bunu kabul etmem, ben buna  muhalifim gibi sözler söylememelidir. Çok söylemenin fayda vermediği  kimseye ısrar üzere olmamalıdır. Herkese aklı, anlayışı ölçüsünde söylemelidir. Nitekim Peygamber efendimiz buyurdu: "Biz Peygamberler topluluğu, insanlara anlıyacakları şekilde konuşmakla emir olunduk." İsa aleyhisselam buyurdu ki: "Hikmeti, ehli olmayan yanında söyleyip zayi etmeyin. Onlara zulmetmiş olursunuz." Susan her zaman kardadır. Alim bir kimse konuşurken,  susan ilim sahibi olur. Cahil biri konuşurken susan da sabretmesini  öğrenir. Söz çok önemlidir. Bir sözle insan, müslüman olur. Bir  sözle, o zamana kadar yabancı olan kadın, kendisine yabancı olmaz,  hanımı olur. Hayası olan, Allahtan korkar  Konuşurken,  sövme, yerme gibi fuhuş bildiren sözlerden kaçınmalıdır. Eğer birşeyi  söylemeye mecbur ve muhtaç olursa, kinaye ve kapalı ifadelerle anlatmaya  çalışmalıdır.  Fuhş, kötü söz söylemek hayasızlık alametidir. Hadis-i şerifte, (Allahü tealadan haya ediniz!) buyuruldu. Hayası olan, Allahü tealadan korkar. Onun, razı olmadığı işlerden ve sözlerden kaçınır. Bir hadis-i şerifte, (Haya, imandandır. Fuhş söylemek, cefadandır. İman Cennete, cefa Cehenneme götürür) buyuruldu. Haya ve iman birlikte bulunur. Bir hadis-i şerifte, (Fuhş insanın lekesi, haya, zinetidir) buyuruldu.id'attır. Hazret-i Hüseyin o gün şehid oldu diyerek, matem tutmak, bid'attır. Günahtır. mek yemenin adabı   Yemeye ve içmeye başlarken, "Besmele" çekmelidir.  Yemek ve içmek sonunda "Elhamdülillah" demelidir. Bunları söylemek ve  yemekten önce ve yemekten sonra el yıkamak ve sağ el ile yemek ve sağ el  ile içmek sünnettir. Yemekten önce el yıkarken, önce gençler, yemekten  sonra, önce yaşlılar yıkar. Yemeğin farzları şunlardır: 1- Yendiği zaman doymayı ve rızkı Allahtan bilmek. 2- Helalinden yemek. 3- Yemekten hasıl olan kuvvetle Allahın emrini yerine getirmek, Allahın nehyini, yasaklarını işlememek. 4- Ölmeyecek kadar yemek. (Yemez ölürse günaha girer.) 5- Yemeğin lezzetini Allahü tealadan bilmek. Yemek yemede haramlar: 1- Karnı doyduktan sonra, yine tıka basa yemek. 2- Sofrada çalgı, içki, kumar ve sair haram şeyler bulundurmak. 3- Israf etmek. 4- Beden için zararlı şeyleri yemek. Yemeğin sünnetleri: 1- Yenilen kapta yemek artığı bırakmayıp tam  olarak yimek ve yemek yenilen kabı tam olarak silmek. Peygamber  efendimiz yemek yediği kabı mübarek parmağı ile sıyırıp yerdi. 2- Yemek sofrasında, önündeki kırıntıları yemek,  yemeğin şifasındandır. Önünde küçük lokma varken büyüğüne başlamamalı ve  kırıntıları yimekten çekinmemelidir. 3- Bedenin rahatı, sıhhati için az yemelidir. 4- Yemeği aile efradıyla veya din kardeşleri ile yemek. Fazla gıda kalbi öldürür  Yemek  yemenin daha birçok sünnetleri vardır:Tuz ile başlamak ve bitirmek  sünnettir ve şifadır. Ilk ve son lokma ekmekle yapılır ve ekmekteki tuza  niyyet edilirse, bu sünnet yerine getirilmiş olur. Yemekten önce, el  kurulanmaz. Yemekten sonra yıkayınca bezle silip kurulanır. Tabağın  kenarından yemek, kendi önünden yemek sünnettir.  Acıkmadan yememeli, doymadan kalkmalıdır. Hadis-i şerifte, (Iyiliklerin başı açlıktır. Kötülüklerin başı tokluktur) buyuruldu. Diğer bir hadis-i şerifte de, (Sağ el ile yiyiniz. Sağ el ile içiniz) buyuruldu. Lokma küçük olmalı ve iyi çiğnenmelidir. Öksüreceği ve aksıracağı zaman, başını geriye çevirmelidir. Yemeğe önce büyükler başlamalıdır. Üçten çok (ye)  diyerek, kimseye sıkıntı vermemelidir. Birlikte yediği zaman,  misafirleri doymadan, yemekten elini çekmemelidir. Bir lokmayı yutmadan  önce, ikinciyi eline almamalıdır. Ayakta, yürürken yememelidir. Hadis-i  şerifte buyuruldu ki: (Insan kalbi, tarladaki ekin gibidir. Yemek, yağmur gibidir. Fazla su, ekini kuruttuğu gibi, fazla gıda kalbi öldürür.) Bir hadis-i şerifte de, (Çok yiyeni, çok içeni Allahü teala sevmez) buyuruldu.  Çok yimek, hastalıkların başı, az yimek ilaçların başıdır. Midenin üçte  biri yemeklere, üçte biri içeceklere, üçte biri de hava payı, ya'ni boş  olmak en aşağı derecedir. Tok iken yatmamalıdır. Yemekten sonra bir  saat geçmeyince su içmek, vücuda iyi değildir. Kavun, karpuz ve nar  Balda  şifa vardır. Yetmiş Peygamber bala bereket ile dua etmiştir. Resulullah  efendimiz hurmayı çok severdi. Pilav yerken salevat-i şerife  okumalıdır. Her kavun, karpuz ve narda bir damla Cennet suyu vardır. Bir  narı yalnız yemeli, bir damlası boş yere gitmemelidir. Bir memlekete  gelenin, önce biraz çiğ soğan yemesi sıhhate iyidir. Soğan, mikroplara  karşı koyma gücünü artırır. Resulullahın son yediği yemeğin içinde soğan  vardı. (Soğan ve sarmısağı pişmiş olarak yiyiniz) buyururdu. Bunların kokusundan melekler incinir.  Yemeklerden sonra, şu duayı okumalıdır: (El-hamdülillahillezi  eşbe'ana ve ervana min-gayri-havlin minna ve la kuvveh. Allahümme  at'im-hüm kema at'amuna! Allahümmerzukna kalben takıyyen, mineşşirki  beriyyen la kafiren ve şakıyyen.)  Ziyaret etmenin edebleri    Allahü tealanın rızası için bir din kardeş  ziyaret edileceği zaman, onun müsaid, uygun bir zamanını kollamalıdır.  Kendisinden randevu alıp, o zamanda ziyarete gitmelidir. Geç  kalmamalıdır. Mutlaka zamanında gitmelidir. Herhangi meşru bir mazeretle  gidilemiyecekse, mutlaka haber vermelidir. Kapı çalınıp beklemelidir. Beklerken, kapıya yan  dönmelidir. Içerden ses geldiğinde mutlaka kendini tanıtmalıdır. Içeri  girince, sağa sola bakmamalıdır. Içerde çalgı, içki, kumar varsa ve  kadın erkek karışık oturuluyorsa, bir bahane ile, bir özür ile oradan  ayrılmalıdır. Içeriden ses gelmezse, aralıklarla üç defa kapı çalınıp  veya zile basıp dört rek'atli bir namaz kılınabilecek kadar bekleyip,  ondan sonra kapıdan ayrılmalıdır. Telefonla görüşme adabı  Telefon  görüşmelerinde de, telefon eden önce selam verip kendini tanıtmalıdır.  Ilk arayan telefonu kapatmadıkça, telefonu kapatmak edebe uygun  değildir. Telefon görüşmeleri kısa ve öz olmalıdır. Saatlerce telefonu  meşgul etmemelidir. Kısa bir hal hatır sorduktan sonra konuya girmeldir.  Uzun, lüzumsuz telefon görüşmeleri birçok yönden muhzurludur.  Misafiri kapıda karşılamalıdır. Selam verince, selamını  almalı ve kendisine güzel iltifatlarda bulunup, "Efendim safa geldiniz,  hoş geldiniz, gelmekle bizi çok memnun ettiniz" diyerek odanın baş  tarafına oturmasını teklif etmelidir. Konuşmalar, sohbetler dünya veya  ahırete faydalı olacak şeylerden olmalıdır. Lüzumsuz, boş şeyler  konuşmamalıdır. Dinden, ibadetten, haramların zararlarından ve evliyanın  hayatlarından konuşmalıdır. Misafire hizmette kusur etmemelidir. Hemen yemeğini  vermelidir. Uzaktan gelmiş misafirin yanında, onun yorgun olabileceğini  düşünerek fazla da oturmamalıdır. Yatmadan önce, kıbleyi, lavaboyu,  helayı, seccadeyi ona göstermelidir. Abdest havlusunu ve diğer  ihtiyaçlarını temin etmelidir. Sabah olunca, sabah namazına kaldırmalı  ve cema'at halinde beraber kılmalıdır. Erkence yemeğini hazırlamalıdır,  belki gideceği yol uzundur, işleri çoktur. Ziyaret edenin kendine yapılan ikramı reddetmemesi,  hizmeti beğenmemezlik etmemesi lazımdır. Çünkü ikramı red, müslümanın  hakkını gözetmemek ve onu aşağılamak olur. Ev sahibini, sıkıntıya, külfete sokmamalıdır. Çünkü  kardeşliğin şartı, zahmet vermemektir. Zahmet, sıkıntı, sık görüşmeğe,  dostluğa mani olur. Peygamber efendimiz, "Ben ve ümmetimin takva sahibleri tekellüften beriyiz" buyurdu. Din kardeşlerinin sırlarını saklamalıdır. Arkadaşlık  kalmasa da buna riayet etmek şarttır. Çünkü araları açıldıktan sonra  arkadaşının sırrını ifşa etmek, aşağı tabiatlilikten ve kötü  kalbliliktendir. Bunun için, "Iyilerin göğüsleri, sırların mezarıdır"  denmiştir. Ziyaretin devamı için  Ziyaretler,  dosluklar sevgi üzerine dayalıdır. Sevgi olmazsa zoraki ziyaret sürekli  olmaz. Sevginin devamı için şunlara dikkat etmek gerekir:  Arkadaşına, sevdiğini söylemelidir. Çünkü kalbler, birbirini tanır ve birbiri ile görüşürler. Peygamber efendimiz, "Bir kimse bir kardeşini severse, ona sevdiğini söylesin" buyurdu. Sevgide aşırı da olmamalıdır. Bu da zararlıdır. Kızması,  yanlışını gördüğü zaman ikaz etmesi gerektiği zaman, bunu yapamaz,  hatta onun yanlışlarını yanlış olarak görmez. Aşırı sevgi, gözü kör  eder. Sevmede halis olmaya gayret etmelidir. Çünkü Allah  yolundaki kardeşlik, saf sudan daha berrak ve durudur. Bu sevgi, saf,  duru olduğu müddetçe devamlı olur. Dostlukta, elden geldiği kadar, müslüman kardeşine,  gönül rahatlığı ile hediye verilir. Fakat, hediye külfet halini  almamalıdır. Onun altında ezileceği, pahalı hediye götürmemelidir.   Hatasını anladı  Imam-ı Muhammed hazretleri, imam-ı a'zam  hazretlerinin birgün arazide helaya oturma adabını talebelerine  öğrettiğini gördü. Bu kadar öğretilecek iş varken, helaya oturmanın  adabını öğretmesi garibine gitti. Fakat bu arada takip ettiği için nasıl oturulması lazım  geldiğini öğrenmiş oldu. Bir zaman sonra, yolculuk esnasında, aynı  yerden geçerken abdest bozması icab etti. Daha önceki hadiseyi  hatırlayıp, bir denemek istedi. Öğrendiği şekilde oturunca, sağ avucunu,  sağ yanağına dayamıştı. Zengin birinin oğlu olduğundan eşkıyalar bunu  takip ediyorlardı. Tam bu esnada uzaktan kemend attılar. Eli çenesinde  olduğu için, kemend boynuna geçmeyip kurtuldu. Hatasını anlayıp, kişinin bütün hallerini dine uygun  yapması halinde kimbilir daha ne faydaları vardır, deyip doğruca Imam-ı  a'zama gidip talebe oldu. Yıllarca ilim öğrenip, Hanefi mezhebinin  meşhur imamı, imam-ı Muhammed oldu. Beşikten mezara kadar  Dinimiz  beşikten mezara insanın her halinde nasıl hareket edeceğini  bildirmiştir. Bunları bilen, buna göre hareket eden rahat eder. Herkesin  bilmesi gereken hususlardan biri de helaya girme adabıdır. Bu adablar  kısaca şöyle:  Helaya iyice sıkışmadan gitmelidir. Sol ayakla girip,  sağ ayakla çıkmalıdır. Girmeden önce Besmele çekmelidir. Helada avret  yerini, çömelirken açmalı, otururken ağırlığını biraz sol ayağı üzerine  vermelidir. Sağ avucunu, sağ yanağı üzerine koymalı, sol el dizleri  arasında olmalıdır. Avret mahalline ve pisliğe bakmamalı, tükürmemeli,  helada fazla oturmamalıdır. Sümkürmemeli, konuşmamalıdır. Helada birşey  yememeli, içmemeli, ıslık çalmamalı, sigara içmemeli, sakız  çiğnememelidir. Sağ eli ile su dökmeli ve sol eliyle yıkamalıdır. Evvela  önden başlamalı sonra arkaya geçmelidir. Taharetten sonra avret yerini  temiz bir bezle veya tuvalet kağıdıyla kurulamalıdır. Işini çabuk bitirmeye çalışmalıdır. Doğrulmadan avret  yerini örtmeli, sağ ayağını atarak heladan çıkmalıdır. Bana eziyet veren  şeyi giderip, faydalısını üzerimde bırakan Allaha hamd olsun,  demelidir. Helada otururken, kıbleyi sağ veya sol tarafa almalıdır.  Abdest bozarken, kıbleye önünü ve arkasını dönmek tahrimen mekruhtur.  Unutulursa, üstünü kirletmek veya başka tehlike varsa, mekruh olmaz. Helaya girerken elinde, Allahü tealanın ismi ve Kur'an-ı  kerim yazılı bir şey bulunmamalıdır. Birşeye sarılmış veya cepte  olmalıdır. Muska böyledir. Hiçbir suya, cami duvarına, kabristana ve yola, kırda hayvan yuvalarının deliklerine abdest bozmamalıdır. Vesveseye yakalanmamak için  Helada  üzerine idrar sıçratanlara kabirde azab olacaktır. Ayakta  bevletmemelidir. Sağlık açısından da zararlıdır. Peygamber efendimiz,  ayakta bevledeni ikaz etmiştir. Hasta olanın, özrü olanın ayakta yapması  caizdir. Yıkanılan yerde bevletmek de uygun değildir. Peygamber  efendimiz, (Vesvesenin çoğu bundandır) buyurmuştur.  Heladan sonra, erkeklerin yürüyerek, öksürerek "Istibra"  etmesi, ya'ni idrar yolunda damlalar bırakmaması lazımdır. Kadınlar  istibra yapmaz. Idrar damlası kalmadığına kanaat gelmeden abdest  almamalıdır. Bir damla sızarsa, hem abdest bozulur, hem de elbise  kirlenir. Istibrada güçlük çekenler, arpa kadar bitkisel pamuğu idrar  deliğine koymalıdır. Sızan idrarı pamuk emer. Hem abdest bozulmaz, hem  de don kirlenmez. Yalnız pamuk uzun olup ucunun dışarda kalmaması  lazımdır. Ucu dışarda kalır ve idrar ile ıslanırsa, abdest bozulur.  Istibradan sonra taharet yapılır. Su ile taharetten sonra bez ile  kurulanır.   Su içmenin edebleri  Suyu sağ el ile içmelidir. Içerken suya  bakmalıdır. Üç nefeste içmelidir. Soluğu suya değil, bardağın dışına  vermelidir. Yazın, serin içmelidir. Çok soğuk içmemelidir. Dondurma gibi  çok soğuk şeyler zararlıdır. Resulullah efendimiz serin şerbet içmesini  severdi. (Ayakta içmeyiniz!) buyururdu. Abdest aldıktan sonra kalan su ve ilaç yutmak için  içilen az su ayakta içilebilir. Yolcu, ihtiyaç halinde her suyu ayakta  içebilir. Suyu yavaş yavaş içmelidir. Ağzı doldurarak içmemelidir. Nefes  verirken bardağı ağızdan çekmelidir. Kaynar şeyi, soluyarak içmemeli, soğutup, sonra içmelidir. Suyun hepsini bir solukta içmemelidir. Müslümanın artığı şifadır!  Müslümanın  ve hele salih insanların artığını içmek bereketlidir. Birkaç kişiye su  verirken, önce alimlere, sonra yaşlılara, en son çocuklara verilir.  Yerken, yürürken, otururken de, bu sıra gözetilir. Kendisi sonra  içmelidir. Yanında oturanlara birşey verirken, kendi sağında olandan  başlanır. Sonra, onun sağındakine olarak devam edilir. Sağdakinin izni  ile önce soldakine verilebilir.  Su içerken, bardağı sağ eline almalı, Besmele çekmeli,  bereket ve şifa olması için dua etmelidir. Içi görünmeyen kaptaki suyu  içmemelidir. Üç nefeste içerken, birinci nefeste Rabbine, verdiği  ni'met sebebiyle şükretmeli, ikinci nefeste, şeytandan Allahü tealaya  sığınmalı, üçüncü nefeste içtiği suyun şifa olması için Allahü tealaya  niyazda bulunmalıdır. Her nefesin sonunda da Allahü tealaya hamd ederse  içtiği su, diğer su içmesine kadar karnında tesbih eder. Terli iken soğuk su içmemelidir. Uyku arasında içmek ve  çok su içmek de uygun değildir. Bunların hepsinin vücuda zararları  vardır. Peygamber efendimiz buyurdu ki: (Su içeceğiniz vakit, ayakta içmeyiniz! Vücudunuza zararlıdır. Yalnız abdestten artan su ve zemzem-i şerif ayakta içilir.) Aç karnına su içmemelidir. Kuvvetten düşürür, insanı  zaifletir. Suyu üç defada içip her defasında başında Besmele, sonunda  Elhamdülillah demek daha afiyetli, susuzluğu giderici ve sıhhate  faidelidir. "Günahı çok olan, çok su dağıtsın"  Zemzem suyu ikram edildiğinde, güzel kokuda olduğu gibi geri çevirmemeli, almalıdır. Hadis-i şerifte, "Günahı çok olan, çok su dağıtsın" buyurulmuştur.  Biliyoruz ki, su, insanların, hayvanların ve bitkilerin,  kısacası bütün canlıların yaşamaları için, ayrıca temizlik için, yemek,  ilaç yapmak için lazımdır. Su olmazsa canlı varlık kalmaz. Su hayat  demektir. Bütün canlıların ana maddesidir. Susuz hayat düşünülemez.  Bunun için suyun ayrı bir önemi vardır. Suyun Islamiyetteki yeri  büyüktür. Suda bulunan şu fiziksel özellik, Allahü tealanın sonsuz  merhametini de açıkça ortaya koymaktadır: Cisimler ısındıkça genişler,  soğudukça hacimleri küçülür. Bu fizik kanunu, sıfır ila artı dört derece arasındaki  su için geçerli değildir. Fizik kanunundaki bu istisna; sıfır derece ve  daha düşük sıcaklıklarda denizlerin, göllerin ve akarsuların bütünüyle  donmalarını önlemekte ve suda yaşayan canlıların yaşamalarını mümkün  kılmaktadır. Bu olay, yüce Allahın sonsuz varlığına bir ispattır.  Birçok ibadeti yapabilmek için temiz olmak ve abdest almak lazımdır. Bu  ise suyla olmaktadır. Suyu temizlikte kullanabilmek için ba'zı şartlar  aranmaktadır. Bunun için Islamiyet suyla ilgili birçok hüküm  bildirmiştir. Her insanın su artığı temizdir. Kafirin, cünübün artığı  da temizdir. Domuzun, köpeğin ve yırtıcı hayvanların artıkları, etleri,  sütleri kaba necasettir, pistir.   Hasta ziyaretinin edepleri  Hasta olan müslüman kardeşini ziyaret etmek çok  sevabdır. Hastayı ziyaret eden, Cenab-ı Hakkın rahmetine gark olur. Bir  hastanın ziyaretine gidildiği zaman, kapıya varınca, içeri girmeğe  müsaade istenir. Besmele ile girilir, sağ tarafına oturulur, içeri  girince selam verilir, hal ve hatırı sorulur. Acil şifalar dilenir! Bir  ihtiyacı varsa yapılır. Hasta ziyaretinde, keskin bakışlarla hastanın yüzüne  bakılmaz. Asık suratlı olarak yanında oturulmaz. Güler yüzlü olunur.  Onun sevdiği şeylerden bahsedilir. Sevineceği haberler verilir.  Inşaallah kısa zamanda iyileşeceksin, eski haline geleceksin gibi iyi  temennilerini bildirmelidir. Böyle sözler hastayı ferahlatır. Ziyaret kısaa sürmelidir!  Hastanın yanında fazla oturmamalıdır. Sırri-yi Sekati hazretleri  hastalanmıştı. Ziyaretine gelenler, yanında çok oturmuşlardı. Bundan  çok rahatsız oldu. Nihayet kalkıp giderlerken, bize dua et, dediler.  Onlara şöyle dua etti: "Ya Rabbi, bunlara hasta ziyaretinin nasıl  yapılacağını öğret!"  Yine büyüklerden biri hastalanmıştı. Ziyaretine  gelenler, çok oturup rahatsız etmişlerdi. Ayrılırken bize bir vasıyyetin  var mı diye sordular. Onlara, "Size vasıyyetim hasta ziyaretinde fazla  oturmamanızdır" buyurdu. Hasta ziyaretlerinde hastadan dua istemelidir. Çünkü  hastanın duası, meleklerin duası gibidir. Hastanın yanında hayırlı  konuşmalı, dua etmelidir. Çünkü melekler, bu dualara amin derler. Ümm-i Seleme anlatır: Resulullah buyurdu ki: "Hasta  veya ölünün yanında bulunduğunuz zaman, hastaya şifa, ölüye rahmetle dua  edin. Çünkü melekler, sizin duanıza amin derler." Ya'ni meleklerin yanında ettiğiniz ve onların amin dedikleri dualarınız kabul edilir. Mesabih şerhinde de böyle diyor. Hastanın yanından kalkarken, ona şifa bulması için dua etmelidir. Bir hadis-i şerifte: "Bir  müslüman, hasta bir müslümanı ziyaret eder ve yedi kerre,  (Es'elüllah-el azim Rabbel Arş-il-azim en yeşfiyeke) derse, o kimseye  Cenab-ı Hak muhakkak şifa verir. Ancak eceli hazır olan hariç" buyuruldu. Sık sık hasta ziyaretlerine gitmelidir. Cenaze  namazlarında bulunmalıdır. Kabirleri ziyaret etmelidir. Bu üç şeyi  muntazam yapan hastalıktan kurtulur. Dünya sevgisi yok olur. Kalbi  nurlanır, basiret gözü açılır. Hasta ziyaretlerine gidildiğinde, birgün kendisinin de  onun gibi zayıf, halsiz, yatağa uzanmış olacağını düşünmelidir. Bir  yudum suyu bile eline alıp içemeyip, başkalarının yardımı ile  içebileceğini düşünmelidir. Bütün bu gerçeklere rağmen hala dünyaya  bağlanmaktaki ısrarın ne kadar ma'nasız bir şey olduğunu düşünmelidir. Hastalık günahın affolmasına sebep olur. Allahü teala, hadis-i kudside buyurur ki: (Benim rahmetim gazabımı geçmiştir. Bundan dolayı, hasta kulumun günahını affeyledim!) Hastalık, dert, keder, günahları götürmez. Bu acılara sabretmek günahları götürür. Hasta yalnız bırakılmamalıdır  Ağır  hastanın yanına kimseyi sokmamak doğru değildir. Hasta istemese de,  salih insanlar gidip, bir Ihlas okuyacak kadar oturmalıdır. Kimse  görüşmesin, konuşmasın denildi diyerek, hastayı bundan mahrum  etmemelidir. Yanına salih kimseler girip, Yasin-i şerif okumalıdır.  Sessiz okumak da faydalıdır.  Hasta yanında, hastalığı artıracak meraklı sözler  söylememeli, gazetelerden, hikayelerden, mal, ticaret, siyasetten laf  açmamalıdır. Hasta yanında, evliyanın, alimlerin ve salihlerin  menkıbeleri ve sözleri konuşulmalı, bunlara sevgisi artırılmalıdır.  Evliya-yı kiramın söylenmesi, anılması rahmete sebep olur. |